Tarih boyunca, insanlığın ilerlemesini sağlayan tek unsur, her şeye karşı gelişebilen merak duygusu olmuştur. Bu merak duygusunun yoğun olarak yöneldiği bir konu ise, uzaydaki diğer olası canlılar. Yoksa siz uzayda dünyamız haricinde yaşam barındıran bir gezegen olmadığını mı düşünüyorsunuz? Okumaya devam etseniz iyi olacak o halde. Çünkü bu yargınızı meraka ve sorgulamaya itecek bir dizi anlatımız var.
Evrendeki galaksilerden galaksilerin yıldızlarına: Yaşam olasılıkları
Gözlemlenebilir evren dediğimiz ve bize en uzaktan gelen ışık (bir diğer deyişle görüntü) ile değer biçtiğimiz şu anki hesaplanmış evrenimiz, yaklaşık olarak 90 milyar ışık çapındadır. (Işık yılı, ışığın bir yıl içerisinde uzay boşluğunda aldığı mesafedir. Zaman değil, mesafe birimidir. 1 ışık yılı, ortalama 9,460,730,472,580 km’dir.) Bu gözlemlenebilir evrenin devasalığına yakından bakalım. Güzel evrenimiz yaklaşık olarak 100,000,000,000 galaksi barındırmaktadır. Bu dudak uçuklatıcı sayının “galaksilere” ait olduğunu yinelemekte fayda var. Yani içerisinde milyarlarca yıldız bulunan galaksiler! Zaten bu 100,000,000,000 galaksinin içerisinde de ortalama 100 milyar ile 1 trilyon arası yıldız bulunduğu bildirilmektedir.
Evet, yukarıdaki sayıları gördünüz. Tıpkı bizim dünyamız gibi yuvarlak olan o gökcisimlerinden bahsettik. Fakat sadece yıldızlar değil, son zamanlarda fark ettik ki onların azımsanamayacak kısmı da gezegenmiş. Bu, şu demek oluyor; evrende katrilyonlarca yaşanabilir gezegen var; bizim dünyamızın tıpa tıp aynısı olanından bile “kesinlikle var” diyecek kadar fazla ihtimal (gezegen) var elimizde.
“Ee, bu kadar gezegen varsa nerede bu diğer yaşam formları?” dediğinizi duyar gibiyim. Fakat bu düşüncenizin “başka yaşam formları olup olmadığına dair” hevesinizi köreltmesini engelleyecek birkaç şey biliyorum.
Bildiğiniz üzere evren sürekli genişlemektedir. Biz bu genişleyen evrende bir yere gitmeye ve orayı keşfetmeye çalışsaydık bile, evren sürekli genişlediği için zaten çekilmez derecede uzun olan yolumuz daha da uzayacaktı. Yani bir diğer deyişle, şu anki teknolojiyle yaşamaya devam edersek o çok uzaklardaki ihtimalleri görmemiz neredeyse imkânsız.
Bizim İçin Güneş Sistemimizdeki Gezegenlere Ulaşmak Bile Zor
Kesinlikle. En yakınımızdaki gezegene gidip oraya bir insan indirmek bile bugün hâlâ yapabildiğimiz bir şey değil. (Mars’tan bahsediyorum) Mars bir yere kadar kolay bir örnek. Elbette gideceğiz. Fakat bizim güneş sistemimiz yukarıdaki sayılarla anlattığımız evrenle kıyaslayınca o kadar minik, mikroskobik ki, tüm güneş sistemini bir günde gezecek teknolojiye ulaşsaydık dahi bizim için diğer medeniyetleri arayacak kadar geniş bir araştırma yapmak hâlâ çok zor olacaktı Verdiğimiz sayıları hatırlayın, 1 ışık yılı bile, o uzaklıktaki şeyin yaydığı ışığın yani görüntünün gözünüze 1 yıl geç ulaşması demek oluyor. Bulduğumuz 100 ışık yılı ötedeki gezegenleri duymuşsunuzdur. Onları şu anda görüyoruz, fakat belki çoktan yok oldular bile. Çünkü 100 yıl öncesini görmekteyiz tam şu anda.
Sadece Samanyolu’nda bile 1 milyondan fazla yaşam barındırabilecek gezegen var:
Samanyolu, içindeki 400 küsür milyar yıldızı ve tüm güzel zerafeti ile bizim gezegenimiz. Sadece bizim güneşimizin aynısı olduğunu tahmin ettiğimiz bile 20 milyardan fazla yıldız olduğunu tahmin ediyoruz. Tüm bu sayılar, belirli gözlemlerden yola çıkarak elde ediliyor.
O gezegenlerden en az %20 kadarı, güvenli yaşam kuşağı dediğimiz ve tıpkı Dünya’nın güneş sistemindeki konumu gibi yaşam barındırabilecek ısıda ve yapıda olduğu bölgede en az 1 tane gezegene sahip diye düşünüyoruz.
İşte bu sayısını gittikçe düşürdüğümüz gezegen kümesinin yalnızca ama yalnızca %0.1’inde yaşam olduğunu varsaysak dahi, güzel galaksimiz Samanyolu’nda 1 milyondan fazla yaşam barındıran gezegen var demek olacaktı! Fakat…oralara gidişimizi en azından bu nesil olarak göremeyecek gibiyiz..
Simülasyonda mıyız?
İşte ürpertici bir soru! Bunca ihtimal varken hâlâ uzaylıların ziyaretine maruz kalmadıysak, neler oluyor dememiz gerekmez mi? Ortada bir Tip 3 medeniyet var da, belirli bir gelişmişlik seviyesine ulaşan canlı medeniyetlerini yok mu ediyor? Eh, bu kulağa biraz amaçsız geliyor sanırım. O halde bir amaç biçelim buna.
Şu anda yapay zeka teknolojisine feci hâlde kafayı takmış durumdayız. Öyle veya böyle başarmaya da gidiyoruz. Simülasyonlar yapıp bazı durumları tekrar tekrar gözleme fırsatı elde ediyoruz. Teknolojinin, hatta belki kuantum teknolojisinin daha da gelişmesiyle simülasyonlarımız da devasa boyutlara gelecek, içerisine yapay zekaları dahil ettiğimizde belki bugünkü dünyamızın tamamen simüle edilmiş halini gözlemleyebileceğiz. Belki günün birinde yaşamın oluşmasını test edeceğimiz bir dünya simülasyonu bile olur.
Biz insanlık olarak, teknolojimizin el verdiğince belirli boyutlarda simülasyonlar yapıyoruz. Peki ya daha büyük bir medeniyetin daha büyük bir simülasyonu var ise? Dahası, bu simülasyonun bireyleri biz isek?
Simülasyonlar, matematiksel değerlerle inşa edilirler ve fizik kuralları dediğimiz sınırlarla kısıtlı olurlar. Dünyamıza ve evrenimize baktığımızda, mutlak şekilde bunları görüyoruz. Rüyadan uyanana dek, rüyada olduğumuzu bile fark edemediğimiz, gerçekliğin ne olduğunu hâlâ tartıştığımız güzel dünyamızda ve bırakmak istemediğimiz yaşamamımızda, simülasyonu konuşmak ürpertici olsa da şüphe edilecek yanı yok mu sizce de?
Belki de hiçbir zaman cevaplanamayacak bir soruyu sorduk. Artık susmak veya unutmak için çok geç. Demek istediğim, tüm verileri birleştirip olabilecek en tutarlı düşüncede ilerlemeliyiz. Milyonlarca yaşam barındırması gereken galaksilerimizi gözlemleyemedik. Bir noktadaki yıldızı keşfetmemiz bile mikroskobik teleskop hareketleriyle imkansızlaşabiliyor. Karanlık bir evrende küçük ışık parçaları arayarak yapıyoruz bunu. Her şey bu kadar zorken, keşfetmek bu kadar yıldırıcı ve belki de imkânsızken, oralarda kimsenin olmadığını düşünmekte haklıyız. Fakat eğer gerçekten orada kimse yoksa, simülasyon kavramını tartışmaya açmamız gerekir.